Amerika’nın görülmeye değer küçük
şehirleri listesinde en üstlerde yer alan Carmel Amerika turumuzun
tartışmasız gözbebeği oldu.
Pasifik okyanusunun kıyısında bulunan
bu tatlı kent, yemyeşil doğanın kalbine kurulmuş, mis gibi bahçelerin
arasındaki kurabiye gibi evlerin sıralandığı, masalsı bir yerleşim yeri.
Carmel seyahatimize keyif katan
en önemli ayrıntılardan birisi kaldığımız yerdi. Gelen turistler için zevkle
dekore edilmiş kır evi tadında Inn’ler (misafirhane) mevcut Carmel’de. Tam
olarak otel denemeyecek, ama bir hostel demenin de zayıf kalacağı bu
konaklama yerleri arasında seçim yapmak oldukça zor. Biz kalite-maliyet dengesini
göz önünde bulundurarak CobbleStone Inn’de kalmaya karar kıldık (Gecelik çift
kişilik 350-400TL arası bulunabiliyor). Odamız eski tip Amerikan mobilyalarıyla
döşenmiş, fırfırlı, çiçekli perdeleri ve şöminesiyle iç ısıtıyordu. Bir adet
şampanya ve yatağımızın üzerinde çikolatayla karşıladı bizi bu şirin oda. Odamız
çok keyifli olsa da dışarda keşfedilmeyi bekleyen harika bir doğa var diyerek
kendimizi Carmel’in serin sokaklarına atıyoruz. Buraya giderken biraz sıkı
giyinmek gerek keza Las Vegas’ın çöl ikliminden sonra Carmel’in havası serin
geliyor. Bu arada bizim seyahatimiz Eylül ortasına denk geliyor.
Carmel’de dikkatimizi ilk çeken,
insanlarının Los Angeles ve Las Vegas’ta gözlemlediğimiz Amerikalılardan ziyade Kuzey Avrupalılara
benzemeleriydi. Kendileriyle barışık, görgülü, saygılı, doğal yaşamayı seven insanlar…
Carmel halkının çoğunluğunu Amerika’nın emekliye ayrılmış, zengin kesimi
oluşturuyor. Bu sebeple tam bir ikinci bahar havası esiyor burada. Huzur,
dinginlik, hayattan keyif alma duygusu sarıyor etrafınızı. Yollarında gezerken
karşınıza çıkan klasik arabalarsa zamanda yolculuğa çıkartıyor sizi.
Carmel’in ana caddesi olan Oceans
Avenue, ağaçların yanı sıra sağlı sollu,
mağazalar, butik oteller, cafe ve restoranların sıralandığı bir cadde. Caddenin
köşesinde yer alan Devendorf Parkı meşhur. Burada sık sık etkinlikler,
kutlamalar ve barbekü partileri yapılıyor. Seyrek araba görebildiğiniz bu yolu dümdüz
indiğinizde okyanusa ulaşıyorsunuz. Carmel’in bembeyaz kumlarla kaplı ünlü
sahili nefes kesici. Sahilin kenarına dizilmiş birbirinden güzel villalarsa
okyanus manzarasıyla birleşince bir tabloyu andırıyor. Sahil, Kuzeydeki Pebble
Beach’ten güneydeki Point Labos ‘a kadar uzanıyor. Sahil boyunca uzayan keyifli
yürüyüş yolunda sabah sporumuzu yaparak güne başlıyoruz. Sahilden sapıp keyifli
rengârenk çiçekli bahçelerin, villaların bulunduğu sokaklara sapıyoruz. Hatta
kendimizi tutamayıp bir de open house’a dalıyoruz. Burada satılık evler,
ziyaretçilere açık. İçeri girip evi enine boyuna gezebiliyorsunuz. İçerde bir
yerde emlakçı sizi bekliyor tabii. Evin fiyatını öğrendiğimizde kös kös
çıkıyoruz. Buradaki evlerin tamamı müstakil olup ortalama fiyatların altında
olan bu ev için 2 milyon dolar istiyorlardı. Evi
arkamızda bırakıp yolumuza devam ediyoruz. Burada kaybolmak çok zor, bir
şekilde okyanus kenarına ya da ana caddeye çıkıyorsunuz. Güne erken başlayan
bir tek biz değiliz, görüyoruz ki Carmel halkı erkenci ve zinde yaşamayı
seviyor. Sabahın erken saatlerinde insanların gülen yüzlerle birbirilerine
günaydın demeleri ise gerçekten içimizi şenlendiriyor.
Carmel ve çevresi doğal yaşam için
son derece uygun bir yer. Pek çok deniz canlısı bu kıyıları ziyaret ediyor. Orada
kaldığımız günlerden birinde, yine sabah 6 sularında, spora çıktığımızda, insanların akın akın Carmel’in
bütün sokaklarından sahile gidişlerine şahit oluyoruz. Dürbününü, makinesini
kapan, kapısını çekip sahile koşuyor. Anlam veremiyoruz, çünkü böylesi sakin
bir yerleşim yeri için fazla hareketli bir sabah. Sonra öğreniyoruz ki kıyıya
balinalar gelmiş. Her ne kadar balinalar açıkta
6-7 küçük nokta olarak gözükse de insanların coşkulu hali hoşumuza gidiyor.
Carmel küçük olmasına rağmen
oldukça dolu bir kent. Yüzden fazla sanat galerisinin yanı sıra dünyanın en
ünlü golf sahalarından biri olan Pebble Beach Golf Resort bu bölgede. Burası aynı
zamanda dünyaca ünlü klasik araba yarışlarının da yapıldığı bir yer. Ayrıca
Monterey Sports Car Championship ve Red Bull U.S. Grand Prix’e de ev sahipliği
yapıyor.
Pebble Beach Golf Resort’e
varabilmeniz için arabanızla Del Monte ormanının içindeki 17 millik keyifli
sürüş yolundan (17 mile Drive) geçmeniz gerekiyor. Yol boyunca karşınıza
çıkacak yirmiden fazla nokta ziyaretiniz için sizi bekliyor. Bu ziyaret noktalarından bazıları manzara
olarak çok keyifliyken, bazılarında sadece bir ağaç ve yanı başında bilgi
yazısı var. Küçük bir kaya parçasını bile büyüleyici hikâyesi olan bir yermiş
gibi pazarlayabiliyorlar. O yüzden biz noktaların bazılarını atlayarak gezdik. Ama
şunu söyleyebilirim ki 17 Mile Drive ‘da giderken araba sürmekten ve fotoğraf
çekmekten hiç olmadığı kadar keyif aldık.
Carmel’i keşfettikçe, bu asırlık doğanın kalbine, etrafı hiç hırpalamadan
konumlanmayı başarmış beşeri yaşama saygım katlanarak artıyor. Bu korunmuş
doğanın sırrını ufak bir araştırmadan sonra
öğreniyorum. Carmel şehrinin yönetimi ve sakinleri çevreye duyarlı,
sürdürülebilir bir yaşam tarzı benimsemiş ve bunu çok güzel bir titizlilikle
uyguluyor. Bu minvalde pek çok projeleri var: Örneğin, şehri yayalaştırmaya
yönelik olarak, Sunset Center’a arabasını park edip yürümeyi tercih edenlere
bir meyve suyu hediye ediliyor. Zaten trafik ışığı göremiyorsunuz yollarında.
Hot dog satan seyyar satıcılar da yasak. Kaldırım kenarlarında elektrikli
araçlar için şarj aletleri ve kütüphane önünde eski kitapların biriktirildiği
bir kitaplık kumbarası var. Bisikletlerini kasklarıyla sürenler içinse “HER
helmet” isimli bir uygulama mevcut. Kaskları olan bu kişiler oteller (Hotels),
eğlence yerleri (Entertainment), restoranlarda (Restaurants)
çeşitli indirimlerle ödüllendiriliyorlar. Hoşuma giden diğer bir uygulama ise
sahile adım atar atmaz çevreci gönüllülerin oluşturduğu bir stant karşılıyor
sizi. Her sabah onlarca kişi bu stantlardan çöp toplama ekipmanları alarak hem
sahilde boylu boyunca yürüyüş yapıyor hem de sahili temizliyor. Gördüğüm tüm bu
ayrıntılar karşısında Carmel insanına saygım katlanarak artıyor.
Carmel’in çevresi de en az Carmel
kadar görülmeye değer. Örneğin Highway-1’i kullanarak gidebileceğiniz 40 km
uzaklıktaki Big Sur, Kaliforniya kıyılarının ortasında yer alan, doğal
güzelliğiyle ünlü bölgelerinden birisi. Bu bölgede Los Padres isimli ulusal
muhteşem bir park bulunmakta, burayı da görmenizi şiddetle tavsiye ederiz. Ama
bu parka giderken spor kıyafetlerinizi giyinmeyi unutmayın. Big Sur’dan geçerek
40 dk. uzaklıktaki Nepenthe’ye ulaşabilirsiniz.
Burası uzun bekleme kuyruklarının olduğu muazzam bir restoran. Nepenthe,
“sıkıntılarınızdan kurtulun” manasına geliyor. 60’larda hippilerin uğrak yeri
olan mekân, okyanus ve ormanlara tepeden bakan panoramik manzarasıyla ve güzel
yiyecekleriyle gerçekten de baş döndürüyor.
Carmel’den bu kadar bahsettik
peki buraya nasıl ulaşırsınız? Biz Los Angeles’tan başlayarak, arabayla, Las
Vegas’a, oradan da Carmel’e geldik ve daha sonra San Francisco’ya geçtik. Fakat
Carmel’e 2015 Nisan sonrası gitmek isteyenlere güzel bir haberimiz var; bu
tarihten itibaren Türk Hava Yolları’nın San Francisco’ya direk uçuşları
başlıyor. Carmel- San Francisco arası arabayla 2 saat kadar sürüyor. Bu sebeple
Carmel’e gelmek için saatlerce direksiyon sallamanız gerekmeyecek.
Dünya’da böyle bir yer olduğunu keşfetmenin mutluluğuyla ama
ayaklarımız geri geri giderek ayrılıyoruz Carmel’den. Medeniyet sözcüğünün bu
kadar yakıştığı bir yer daha görebilecek miyim bilmiyorum.
İmkânınız varsa ve huzurla
dolacağınız, hayatın tüm stresinden uzaklaşıp, doğaya yaklaşacağınız bir yere
gitme ihtiyacı hissediyorsanız, tereddütsüz Amerika'nın saklı cenneti Carmel’e gidin, pişman
olmayacaksınız.